Abstract
Nefretten farklı olan hınç kavramı, Nietzsche’nin analizlerinde önemli bir konuma sahiptir. Bir duygusal durum olmanın ötesinde yaratıcı bir varoluş hali olan hınç, bedel ödeyerek de olsa içsel bir derinleşmeye, tinselleşmeye yol açar. Avrupa’ya bir ufuk olarak da olsa egemen olan kölece değerler köklerinde hıncı taşıdıkları için sanıldıkları kadar saf değillerdir. Nietzsche böylesine saf ve tartışılmaz görünen hümanist değerlerin içindeki karanlık izlerin peşinden giderken soykütük adını verdiği yöntemi kullanır. Hınç sanıldığının aksine sadece negatif, tepkisel olmayıp yaratıcı da olabilmiştir. Nefretle başlamanın, ikincil olarak başlamanın yani tepkisel olmanın sonucu olarak hınç, Deleuze’nin deyişiyle etkin kuvveti bölerek, parçalayarak ortaya koyar gücünü; galip geldiğinde bile bir tepki olmaktan kurtulamaz. Hınç insanının, ev hayvanının, sıradan olanın, vasatın seçkin olana duyduğu hınç, suçu dışarıda bulamadığı için en sonunda kendine dönerek sahte bir rahatlama yaratır. Bu huzurun bedeli ise kendine işkence eden, vicdan sahibi insandır. Bu makalede Nietzsche’ye göre Avrupa Hıristiyan kültürünün, ruhunun kaynaklandığı hıncın, soykütük yönteminin uygulanmasındaki özel konumu aydınlatılarak hınç çözümlemelerinin varoluşçu psikoterapilere verdiği esin açığa çıkarılmaya çalışılacaktır.