Abstract
Düşünce tarihi, geçmişten gelen birikimin katkısıyla ilerlemektedir. Bu bakımdan, ardıl olan düşünürlerin, geçmişteki filozoflarla olan hesaplaşmalarını incelerken titiz davranmak gerekmektedir. Düşünürlerin öncelleriyle olan bağı dikkatli biçimde irdelendiğinde, aralarında bütünüyle bir uyuşmazlık olmadığı görülecektir. Bu konuya örnek olarak Rousseau ve Nietzsche’nin düşüncelerini gösterebiliriz. Nietzsche’ye baktığımızda, onun bazı eserlerinde Rousseau’nun düşüncelerini sert bir dille eleştirmiş olduğunu görürüz. Bununla birlikte, Nietzsche’nin felsefesi bütünlüklü olarak incelendiğinde, her iki filozofun düşüncelerinin örtüştüğü pek çok nokta bulunmaktadır. Örneğin, Rousseau’nun varsaydığı biçimiyle doğa durumundaki insan, güçlü ve kendi kendine yeterlidir; her türlü kötülük toplumsallıktan, ya da daha yerinde bir ifadeyle, toplumsallığın getirdiği eşitsizlikten doğar. Nietzsche’nin düşüncelerine baktığımızda, yine doğanın olumlandığını görürüz; ancak doğa – ve dolayısıyla doğal haliyle insan- dehşetengiz bir çehreye de sahiptir. Bu konu, her iki filozofun görüşlerinde birbirleriyle olan uyumlarına bir örnek oluşturur. Çalışmamızdaki temel çabamız, söz konusu iki düşünürün insan doğası merkezinde gelişen görüşlerinde özellikle birbirleriyle örtüşen noktalara dikkat çekmektir. Burada, Nietzsche ve Rousseau arasında birtakım bağdaşma noktalarının gösterilmesi, insanın doğası gereği iyicil bir varlık olduğuna ilişkin olumlu çıkarımların naif bulunarak hafife alınmasına yönelik bir karşı çıkış da barındırmaktadır. Çünkü toplumsal yaşamda süregelen adaletsizliklerin sona erdirilmesi için mücadele edilmesinde, insanın kendi türdeşlerini doğası gereği iyi varlıklar olarak kavraması önemli bir etkendir.