What were Shakespeare's final thoughts on history, tragedy, and comedy? Shakespeare's Last Plays focuses much needed scholarly attention on Shakespeare's "Late Romances." The work--a collection of newly commissioned essays by leading scholars of classical political philosophy and literature--offers careful textual analysis of Pericles, Prince of Tyre, Cymbeline, The Winter's Tale, The Tempest, All is True, and The Two Noble Kinsmen. The essays reveal how Shakespeare's thought in these final works compliments, challenges, fulfills, or transforms previously held conceptions of the playwright (...) and his political-philosophical views. (shrink)
This volume is a collection of essays by various contributors in honor of the late Laurence Berns, Richard Hammond Elliot Tutor Emeritus at St. John's College, Annapolis. The essays address the literary, political, theological, and philosophical themes of his life's work as a scholar, teacher, and constant companion of the "great books.".
This book is a collection of secondary essays on America's most important philosophic thinkers—statesmen, judges, writers, educators, and activists—from the colonial period to the present. Each essay is a comprehensive introduction to the thought of a noted American on the fundamental meaning of the American regime.
Throughout the biological and biomedical sciences there is a growing need for, prescriptive ‘minimum information’ (MI) checklists specifying the key information to include when reporting experimental results are beginning to find favor with experimentalists, analysts, publishers and funders alike. Such checklists aim to ensure that methods, data, analyses and results are described to a level sufficient to support the unambiguous interpretation, sophisticated search, reanalysis and experimental corroboration and reuse of data sets, facilitating the extraction of maximum value from data sets (...) them. However, such ‘minimum information’ MI checklists are usually developed independently by groups working within representatives of particular biologically- or technologically-delineated domains. Consequently, an overview of the full range of checklists can be difficult to establish without intensive searching, and even tracking thetheir individual evolution of single checklists may be a non-trivial exercise. Checklists are also inevitably partially redundant when measured one against another, and where they overlap is far from straightforward. Furthermore, conflicts in scope and arbitrary decisions on wording and sub-structuring make integration difficult. This presents inhibit their use in combination. Overall, these issues present significant difficulties for the users of checklists, especially those in areas such as systems biology, who routinely combine information from multiple biological domains and technology platforms. To address all of the above, we present MIBBI (Minimum Information for Biological and Biomedical Investigations); a web-based communal resource for such checklists, designed to act as a ‘one-stop shop’ for those exploring the range of extant checklist projects, and to foster collaborative, integrative development and ultimately promote gradual integration of checklists. (shrink)
The essays appearing in these two volumes are based on Keynote and State-of-the-Art Lectures delivered at the XXVth International Congress of Psychology, in Brussels, July 1992. The Brussels Congress was the latest in a series of conferences which are organized at regular intervals under the auspices of the International Union of Psychological Science, the main international organization in the field of Scientific Psychology. The first of those meetings took place in Paris in 1889. An important function of the International Congresses (...) is to promote communication between different specializations in Psychology. Speakers were therefore asked to present lectures and discussions in their own fields of study, in a way that would be accessible to fellow psychologists active in other fields. State-of-the-Art lecturers were specifically asked to prepare a tutorial review on a topic which, in the view of the Program Committee, had recently given rise to particularly important developments. These contributions are included in Volume Two. Keynote lecturers were left free to address whatever subject they felt was of greatest interest. The chapters in Volume 1 are preceded by the Presidential Address by Mark R. Rosenzweig. (shrink)
Bu çalışma, Aristoteles ve Platon özelinde, “poiēsis” fiilinin iki farklı tarzda kavramsallaştırmasından doğan yapıca uzlaşmaz iki “tragedya” anlayışını irdeleme amacı taşımaktadır. Bunun için, Peri Poiētikēs Tekhnēs ile Politeia metinleri yol gösterici olarak seçilmiştir. Tartışmamızı “mimēsis” bağlamına yerleştirerek, bir yandan “poiēsis” etkinliğine diğer yandan ise “poiēsis” etkinliğinin gerçekleştiricisi olan “poiētēs”e yönelip, bu kavramların bahsedilen iki filozofun “sanat” ve “felsefe” kavrayışlarındaki yerini açmayı deniyoruz. Bu denemeyi ise tragedya bağlamında karşımıza çıkan fâil, fiil, münfâil hâl ve seyirci mefhumları üzerinden derinleştirmeye çalışıyoruz. Böylece, sunduğumuz (...) eleştirel değerlendirmelerden hareketle, aslında Aristoteles’in değil, fakat Platon’un “sanat”ın bir “tekhnē ” ve “poiētikē ” olarak asıl anlamını yakalamış olabileceğine dair bir ipucu bırakıyoruz. (shrink)
Muâviye b. Ebû Süfyân’ın yönetimi ele geçirmesiyle başlayan Emevîler dönemi, hilâfetin saltanata dönüştüğü bir dönem olmuştur. Bu dönemde idarecilik yapan kişiler her ne kadar halife ünvanıyla anılsalar da yaptıkları icraatlar göz önüne alındığı zaman saltanat özelliği kendini bâriz şekilde hissettirmiştir. Bununla birlikte sekizinci Emevî Halifesi Ömer b. Abdülaâziz, yaklaşık iki yıl süren idareciliğiyle, Râşit halifelerin beşincisi ünvanını alacak şekilde diğer Emevî idarecilerinden ayrılmıştır. Ömer b. Abdulazîz’i diğer Emevî idarecilerinden ayıran en karakteristik özelliği ise, olaylara yeniden vahiy eksenli bir bakışla Râşit (...) halifeler dönemini andıran siyaset tarzını geri getirmesi ve sorunları, Hz. Peygamber’in öğrettiği ilkeler doğrultusunda çözmeye çalışmasıdır. Bu çerçevede Ömer b. Abdülazîz, şiddet ve baskı yolunu benimseyen kendisinden önceki ve sonraki Emevî idarecilerinin aksine, ırk bağlamında Arap olmayan unsurları, fikir bağlamında da Emevî perspektifinden farklı düşünceleri benimseyen muhâlif unsurları sindirme yerine, onları dinleme, onlarla diyalog kurma ve barışçıl çözümler bulma gayretine girmiştir. Bunda da gayet başarılı olmuş ve Emevî tarihinde bütün tebeânın beyʻatını almayı başaran tek idareci olarak gerçek anlamda halife olmuştur. Bu çalışmada, istibdat yöntemini seçen idareci profiliyle; müsamaha, ilim ve diyalog yolunu seçen idareci profilini bünyesinde barındıran Emevîler özelinde Ömer b. Abdülazîz’in yaklaşımı ve bu yaklaşımın olumlu sonuçları ele alınmaktadır. Zira bu, toplum içi barışın ve kaosun sebeplerini ortaya koyması bakımından idareci sınıf için iyi bir ibret tablosu olacaktır. (shrink)
Kısa vadeli likidite sağlama ihtiyacının yanı sıra likidite fazlalığını kısa vadeli değerlendirme ihtiyacı finans kurumlarının ortak problemleridir. Konvansiyonel finans kurumları bu ihtiyaçlarının büyük kısmını repo-ters repo işlemleri ile karşılarken katılım finans kurumları ise faiz şüphesi nedeniyle repo-ters repo katılım bankacılığı ilkelerine uymadığı için bu ihtiyaçları karşılama konusunda problemler yaşamaktadır. Bu durum konvansiyonel finans kurumları ile rekabet halindeki katılım finans kurumları aleyhine işlemektedir. Bu makale repo işlemini ana hatlarıyla açıklayıp fıkhi boyutunu izah ettikten sonra Malezya’daki geri alım vaadi ile satım, (...) Türkiye’deki geri alım vaadi ile satım, organize teverruk, menkul kıymet rehinli karz sözleşmesi ve puantaj sistemi ile tekaruz anlaşması gibi halihazırda İslam dünyasında katılım finans kurumlarının repoya alternatif olarak uyguladıkları işlemleri ele almaktadır. Öte yandan bu çalışma kira sertifikalarının geri alım vaadi ile satımı, yatırım fonları, kira sertifikalarının alım satımı ile teverruk işlemi için katılım finans ilkelerine uygun bir pazar kurulması ve devlet destekli karz-ı hasen fonlarının kurulması gibi katılım finans kurumları adına repoya alternatif olarak düşünülen öneriler üzerinde yoğunlaşmaktadır. (shrink)
Bu araştırma hicri birinci asrın ilk yarısında varlık gösteren Basra’nın, fıkhıyla meşhur bazı sahâbîlere ev sahipliği yapmasına rağmen hadis ve fıkıh ilimlerinde, aynı dönemde öne çıkan Kûfe’den geri kalmasının muhtemel sebeplerine odaklanmaktadır. Söz konusu sahâbe arasında öne çıkanlar, Basra’da on iki sene ikamet etmiş olan Ebû Musa el-Eş’arî ve dört sene bulunan İbn Abbas’tır. Mezkûr iki sahâbenin fıkhî müktesabatlarının yanında çok sayıda hadis rivayetine sahip olduğu da bilinmektedir. Ancak buna rağmen her ikisinin de İbn Mes‘ûd’un, Kûfe’de yaptığı etkiyi gösterdikleri (...) söylenemez. Araştırmada, Basra’da meskûn bulunan sahâbeyle ilgili rivayetlerin tahlil ve değerlendirmesine dayalı bir yöntem takip edilmiş olup, özellikle sahâbe ile tâbiînin ilmî ilişkilerine yoğunlaşılmıştır. Bununla beraber coğrafya ve kuruluş bakımından benzerlik gösteren Kûfe şehrindeki sahâbenin ilmî etkisi ve tâbiîn neslinin faaliyetleri bakımından bir takım karşılaştırmalarda bulunulmaktadır. Makalenin, konu hakkında öngördüğü birinci ihtimal, söz konusu sahâbîlerin ordugâh şehrinde yaşamanın gereği olarak fetihlerle meşgul olmalarıdır. Bu sonuç ilk olarak Ebû Musa el-Eş’arî’nin sireti üzerine yapılan incelemelerde ortaya çıkmıştır. Söz konusu ilmî gecikmeye sebep olan ikinci ihtimalin ise bahsi geçen sahâbenin ilimlerini yaymak adına aktif davranmamaları olduğu söylenebilir. Bu durumda sahâbenin ilmî kişiliklerinin önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Diğer bir ihtimal, Basra’daki tâbiîn neslinin, sahâbeden ilim alma hususunda sarfettikleri çabanın, Kûfelilere kıyasla daha az olmasıdır. Bahsi geçen durumda Basra’nın bedevî kabile yapısının önemli bir etkili olduğu düşünülmektedir. Konuyla ilgili zikredilebilecek son ihtimal ise ilmî yapının teşekkül etmeye başladığı süreçte vuku bulan fitne ve karışıklıklardır. Nitekim bir müddet valilik görevini yürüten İbn Abbas’ın, bu süre zarfında ilim ve eğitim faaliyetleriyle ilgilenemediği görülür. Özetle araştırmanın ulaştığı en önemli sonuç; Basra’nın hicri birinci asrın ilk yarısında, İbn Mes’ûd tarafından kurulan Kûfe’ye kıyasla hadis ve fıkıh ilimlerinde gelişmiş bir şehir olmadığıdır. (shrink)
Bu çalışma hicrî birinci asrın ikinci yarısında Basra’da hadis ve fıkıh sahasındaki ilmî hareketliliği konu edinir. İlgili dönemde, orada yaşayan sahâbenin en meşhuru ve Hz. Peygamber’le en uzun süre birlikteliğe sahip olması hasebiyle, Enes b. Mâlik’in Basra’daki etkisi özel olarak ele alınır. Bu amaçla Enes b. Mâlik’le ilgili birçok rivayet tahlil edilir ve onun hem Basra’da hem de diğer şehirlerde yaşayan sahâbe ve tâbiûnla arasındaki ilmî ilişkileri üzerinde durulur. Çalışma mezkûr zaman diliminde Basra’da hadis faaliyetlerinin fazla, fıkıh faaliyetlerinin ise az (...) olduğunun tezahürlerini gösterir. Enes’in öğrencileri üzerindeki etkisi; öğrencilerinin fakih mi yoksa muhaddis mi olduğu araştırılır. Enes’in tabiûnla ilişkileri, kendisine yapılan rihleler, başka şehirlerde yaşayan fakih tabiûnun ondan rivayeti, İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’i çerçevesinde onun fıkhî şahsiyeti ve başka meseleler incelenir. Böylece onun fıkhî melekesinin İbn Abbas ve İbn Ömer’le aynı derecede olmadığı ve benzer şekilde Basra’nın sahabenin fakihlerinden tabiûnun fakihlerine nakledilen “amel-i mütevâres”e önem veren Medine ve Kufe gibi bir fıkıh şehri olmadığı sonucuna ulaşılır. Basra, müksirûndan olan sahabî Enes b. Malik sayesinde hadislerin rivayetine, yayılmasına ve onlarla amel edilmesine önem verilen bir şehirdi. Ancak bu hadislerin yayılması aynı dönemde Mekke’de İbn Abbas’ın faaliyetleri ile kıyaslanabilecek bir fıkhî faaliyeti de beraberinde getirmedi. Dolayısıyla Basra sahabe döneminde fıkıh ilmî açısından geri kalırken hadis sahasında hareketliydi. Bu nedenle ona fıkıh ve “amel-i mütevâres” değil rivayet şehri denilmesini hak etmektedir. (shrink)
Çifte manastırlar, genellikle bir başrahibe tarafından yönetilen ve keşiş-lerle rahibelerin ortak kurallara bağlı olarak yaşadıkları dinî mekanlardır. Bu manastırlarda keşiş ve rahibeler evharistiya ve günlük ibadetler gibi ayinlerde bir araya gelmekte, ancak günün geri kalan zamanlarında kendi bölümlerinde yaşamaktadır. Hıristiyanlığın erken dönemlerinde özellikle Mısır’da ortaya çıkan bu manastırlar, 6. ve 9. yüzyıllar arasında İngiltere, İrlanda ve Fransa’da yaygınlaşmıştır. Bu manastırlar erkek ve kadınların bir arada yaşamaları nedeniyle farklı konsillerle yasaklansa da Ortaçağ’ın geç dönemlerine kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Konsil kararları ve (...) istilalar nedeniyle artık örneklerine rastlanmasa da İngiltere’de Ortodoks Kilisesine bağlı bir çifte manastır bulunmaktadır. Diğer taraftan günümüzde Hıristiyanlıkta çifte manastırlarda tarihte yaşanan ortak yaşamdan örnekler verilerek yeni bir cinsiyet paradigması oluşturma çalışmaları görülmektedir. Dolayısıyla çifte manastırlar Kilise, kadın ve otorite gibi konuları kapsamı bakımından önemli bir konudur. Çalışmada bu manastırların yapıları, etkileri, problemleri ve tarihsel süreci ele alınmıştır. Makalenin Kilise, kadın, manastır hayatı ve Hıristiyan mistisizmi gibi çalışmalara kaynaklık teşkil etmesi beklenmektedir. (shrink)
Rönesans ve ardında Aydınlanma dönemiyle beraber gerçekleşen bilimsel ilerlemeler fazlaca dikkat çekmeyi başarmıştır. Bunun sonucunda modern bilim, bilginin en güvenilir kaynağı olarak kabul edilerek onun her meseleyi çözebileceği bir zemine oturtturulmuştur. Öyle ki bilim, Tanrı’nın var olup olmadığına dair de bilgi üretebileceği dillendirilmiştir. Bu aşamada ideolojik yaklaşımların ve din adına sergilenen bazı temelsiz akıl dışı argümanların katkısıyla da bilim artık kutsal bir müesseseye dönüştürülmüştür. Kutsala dönüştürülen bilim, bir diğer kutsal olan dinle artık ortak bir zeminde buluşamayacak hale dönüşmüş ve yanlış (...) bir dikotomiye alet edilmiştir. Dolayısıyla artık ilerleyen bilim, yavaş yavaş “Tanrı’yı yok etmeye” başlamıştır. Artık bu hale dönüşen bilim anlayışı ateistlerin de en büyük destek noktaları olmuştur. Kutsala dönüşen bu bilim anlayışı her ne kadar temelde Hıristiyanlık inancına karşıt olarak ortaya çıkmış olsa da yer yer tüm inançlara yansıtılmaya çalışılmıştır. Oysaki bilimden, “bilimin ilerlemesiyle Tanrı’nın yok olacağına” dair veri sunmasını beklemek aslında bilimin sınırlarından bihaber olmayı gerekli kılmaktadır. Bilimin ilerlemesiyle inancın yok olacağı söylemi, İslam dini açısından kabul edilebilir bir argüman olarak görülmemektedir. Çünkü İslam, aklı dinamik olarak tasvir etmekte ve tabiatı Tanrı’nın varlığının delili olarak sunmaktadır. Diğer taraftan bilimin ilerlemesiyle Tanrı’ya yer kalmayacağını iddia edenlerin unutmaması gereken önemli husus, dinin/imanın bir bilgi eksikliği olmadığı aksine bilginin insanı tasdiğe yönelttiği gerçeğidir. Ayrıca Müslümanların bilimde geri kalmalarının sebebini onların inançlarına bağlayanlar, bunu siyasi, sosyal ve ekonomik bazı sebeplerde araması gerekmektedir. (shrink)
Özet Hz. Peygamber’in her hâlini bizzat müşahede edecek kadar yakın ve Kur’ân’ın ilk muhatapları olan sahabe neslinin örnek hayatı ve ilmi kişilikleri hakkında çalışmak, bilgi edinmek, Kur’ân’ı ve Rasûlullah’ı doğru anlamanın temel yöntemini teşkil eder. Abdullah ibn Mes’ûd, ilmi yönden zengin birikime sahip ve yaşantısı bakımından farklı bir kişiliği vardır. Müslüman olduktan sonra Rasulullah’ın yanından hiç ayrılmayan, her türlü hizmetinde bulunan, öyleki ehl-i beytten fark edilmeyecek kadar O’na yakın olan İbn Mesʿud, aynı zamanda hemen hemen bütün savaşlarda Rasulullah’ın yanında bulunmaktan (...)geri durmayan diğer taraftan Resulullh’tan sonra da Kur’ân ve İslâm’a hizmet eden ve müslümanları eğiten bir muallimdir. Kur’ân-ı Kerîm’e ve Arapçaya olan vukûfiyeti, başta kıraat olmak üzere tefsir, hadis ve fıkıh ilmine dâir derin bilgisiyle öne çıkmış ve isim yapmış olan Abdullah ibn Mes’ûd Rasulullah’ın övgüsüne mazhar olmuş ashabın büyüklerindendir. Abdullah ibn Mes’ûd’un Kur’ân’ın nüzûlünün neredeyse tamamına şahit olması ve Peygamber’in yakınında bulunması, Kur’ân ve Kıraat ilimler açısından çok önemlidir. Abdullah İbn Mesʿud’un kıraatı iki gruptan oluşmaktadır. Birincisi hemen birçok kıraat-ı aşere imamının senetlerinde yer alan ve üzerinde ittifak edilen sahih kıraatler, ikincisi de müfessirlerin tefsirlerinde ele aldıkları ve tefsir kabilinden izahatları, dil bakımından istişhadda bulundukları, ihticac için kullandığı veya sadece müteradif olarak ele aldığı ifadeleridir. Bu çalışmada kıraatini bizzat Hz. Peygamber’den alan İbn Mes’ûd’un kıraat ilmini elde ettiği yol ve alanları irdelenmiştir. Özellikle onun Hz. Peygamber’den Kur’ân tâʿlimi, Allah Rasûlu ve Cebrail’in katılımıyla gerçekleşen Kur’ân’ın arzına katıldığını söylemesi, genelde İslâmî ilimlere özelde Kıraat’a yaptığı katkı, cem, istinsah ve Mushaflar konusundaki tutumu, ashâbın onun kıraati hakkındaki sözleri ve görüşleri gibi konuları incelenmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak birçok ilim dalında söz sahibi olduğu gibi Kıraat ilminde de imam olan büyük sahabi Abdullah ibn Mesʿdun kıratinin mahiyeti hakkında bilgi verilmiştir. (shrink)
A Hermeneutical Approach to the Holy Quran in the Context of Surah al-Mâûn Abstract Surah al-Mâûn is one of those disputed surahs of the Holy Quran. To begin with, it’s a matter of controversy whether the Surah belongs to the Mecca or Medina periods of Prophecy. Beside those who believe that the Surah, which consists of seven verses, was revealed at Medina in total, while there are also some mufassirs who think that three verses of the Surah were revealed at (...) Mecca, and the remaining at Medina. It’s obvious that the origin of the dispute is the differentiation among various riwayats coming from the Sahabah. Furthermore, various arguments have been made about the meaning of such words as “sahûn” and “mâûn” included in the Surah; and the identity of the people mentioned in the Surah is a severely disputed question. This study prefers trying to understand the dispute by focusing on its historical background than solving it. By that, we analyze and understand the data, from which the dispute arises; thus, try to make it more comprehensible. The reason why we prefer focusing to understand the dispute than solving it is our wish to set forth an example of hermeneutical approach to the Holy Quran. By that example, our objective is to emphasize the significance of the comprehensive approach to the Quranic tafsir in general. As a matter of fact, such an endeavor will show that we need a new point of view not only for the Surah al-Mâûn but for any problems faced in the field of Quranic tafsir. We believe that this point of view is the original point of view of the first generation, whom history made us forgot. Keywords: Tafsir, Hermeneutics, Asbab al-Nuzûl (Circumstances of Revelation), Historicity, Surah al-Mâ’ûn el-Mâ‘ûn Sûresi Özelinde Bir Kur’ân Hermenötiği Denemesi Öz: Mâ’ûn sûresi etrafında pek çok ihtilafın bulunduğu sûrelerden biridir. Öncelikle sûrenin Mekkî-Medenîliği konusunda bir ihtilaf bulunmaktadır. Yedi âyetten müteşekkil olan sûrenin tamamının Mekke’de indiği görüşünde olanların yanında, ilk üç âyetinin Mekke’de, geri kalanının Medine’de indiği görüşünde olan müfessirler vardır. İhtilafların arkasında sahabeden gelen farklı rivâyetlerin olduğu görülmektedir. Ayrıca sûrede geçen “sâhûn” ve “mâ‘ûn” gibi sözcüklerin anlamı konusunda farklı görüşler olduğu gibi sûrede kendilerinden bahsedilenlerin kimler oldukları konusunda da ciddi görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Biz bu çalışmamızda söz konusu ihtilafları çözmeye çalışmak yerine tarihsel arka planına odaklanarak anlamayı deneyeceğiz. Bununla ihtilaflara zemin teşkil eden verileri analiz ederek onları anlaşılır hale getirmeye çalışacağız. Bu çalışmanın sûredeki ihtilafları çözmek yerine onları anlamaya odaklanmasının nedeni, Kur’ân hermenötiğine dair bir örnek ortaya koymaktır. Bu örnekle, genel manada Kur’ân’ın anlaşılması ve tefsirinde anlamacı yaklaşımın önemini vurgulamış olacağız. Nitekim bu deneme sonucunda sadece Mâ’ûn sûresinde değil, genel manada Kur’ân tefsirinde karşılaşılan sorunlar için farklı bir bakış açısına ihtiyaç duyulduğu görülecektir. Bu bakış açısının tarihin bize unutturduğu ilk neslin özgün bakış açısı olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Tefsir, Hermenötik, Sebeb-i Nüzûl, Tarihsellik, Mâ‘ûn Sûresi. (shrink)
A longish (12 page) discussion of Richard Sorabji's excellent book, with a further discussion of what it means for a theory of emotions to be a cognitive theory.