Varlığa ilk adım attığı andan itibaren hayatı seven insanoğlu, yaşı ilerle-dikçe tanıştığı ve bağlandığı diğer insanların sayısının artmasıyla hayata daha da bağlanmaktadır. Ancak ne var ki anne-baba, evlat-torun, eş-dost yakınlıklarıyla şenlenen hayatın sonunu ve ayrılıkların yakınlaşmakta olduğunu haber veren ihtiyarlık gün içinde ikindiye, yıl içerisinde de sonbahara benzemektedir. Karanlık gece ve soğuk kışların habercisi olan ihtiyarlık dönemi beka arzusuyla coşkun insan tabiatı açısından hüzünlü bir dönemi ifade etmektedir. “Yaşlılık” olgusu, duygusal yoğunluklardan hayatını alan edebiyatın dikkatini çeken temalarından biridir. Hemen her (...) dil edebiyatında kendinden şikâyetle bahsedilen ihtiyarlık, özellikle Arap edebiyatında sıklıkla işlenen konulardandır. Klasik Arap edebiyatının büyük şairlerinden neredeyse tamamı ihtiyarlıktan bahsetmiştir. İhtiyarlık onların gözünde çoğu zaman tatlı hayatın acı yönüdür. Bu makalede klasik Arap şiirinde şairlerin yaşlılık konusunu nasıl ele aldıklarını onların şiirlerinden hareketle inceleyecektir. Girişte yaşlılık hakkında ayet ve hadislerde yer verilen bilgilerle bir sunum yapılacaktır. Sonrasında ise Arap edebiyatında yaşlılık olgusunu farklı şekilde ele alan yaklaşımlar başlıklar halinde tasnif edilecektir. (shrink)
Öz Çalışmanın konusu irfanî geleneğin on beşinci yüzyıldaki önemli temsilcilerinden ve aynı zamanda İbnü’l-Arabî’nin takipçilerinden biri olan İbn Türke’nin varlık mertebelerine dair görüşleridir. Konu, İbn Türke’nin varlık ve varlığın mertebeleri ile ilgili düşüncelerinden hareketle hazırlanmıştır. Birincil kaynakların esas alındığı bu çalışmada, İbn Türke ve Ekberî geleneğin önemli temsilcilerinin eserlerine müracaat edilmiştir. Çalışmanın amacı, felsefe ve kelâmın yanı sıra tasavvuf felsefesinin en önemli konularından biri olan varlık düşüncesi ve varlık mertebelerini İbn Türke’nin görüşleri çerçevesinde ele alarak âlemdeki varoluşun hakikatinin ne olduğu, (...) insanoğlunun özünün nereden geldiği gibi temel sorulara cevap olabilecek özgün bir çalışma ortaya koymaktır. Bu çalışmayla; varlığın bir ve tek hakikat olduğu, Hak’tan feyz ederek görünür âlemde ortaya çıkan her şeyin O’nun isim ve sıfatlarının tecellisi olduğu, her ne kadar Hak’tan ayrıymış gibi görünse de aslında Hakk’a doğru sonsuz bir dönüş içerisinde olduğu, dolayısıyla tek varlıktan kaynaklı çok sayıda varlığın esasen yokluğa mahkûm olduğu ve asıl varlığın Allah olduğu sonucuna varılmıştır. (shrink)
Examinamos una discusión ya clásica sobre el sentido del término φαινόμενα en Aristóteles. Criticamos la interpretación de G. E. L. Owen, quien identifica su significado al de opinión (ἔνδοξα). Con base textual en los tratados de ciencia de Aristóteles, proponemos otra interpretación sobre este tópico. Así,podremos enfatizar el rol cognitivo que poseen los φαινόμενα; para ello, destacamos la función que tienen en tanto que son fuente del conocimiento de los principios (cf. APr. I 30) así como en cuanto se erigen (...) en jueces de propuestas teóricas con las cuales entran en contradicción. En efecto, uno de los problemas a resolver es precisamente cómo es posible que exista una contradicción entre los principios de una ciencia y los φαινόμενα. (shrink)
“The Cognitive Role of φαινόμενα and its Scientific Use in Aristotle’s Treatises of Science”. We examine a classical discussion about the meaning of the term φαινόμενα in Aristotle. We criticize G. E. L. Owen’s interpretation who identifies its meaning with that of opinion ( ἔνδοξα ). Based on Aristotle’s treatises of science we propound another interpretation about this topic. Thus, we may emphasize the cognitive role that φαινόμενα have; for this, we highlight the functionthat they have while there are source (...) of the knowledge of principles ( cf. APr . I 30) as well as that they are judges of theoretical proposal with which they are in contradiction. In effect, one of the problems to be resolved is how is it possible that a contradiction exists between the principles of a science and the φαινόμενα. (shrink)
Şiir denilen edebi türün can damarı duygulardır ve korku, ümit, neşe, üzüntü gibi pek çok duygunun en yoğun yaşandığı zemin de savaş meydanlarıdır. Bu yüzden yazılı ilk edebi metinler savaş ve kahramanlıkları anlatan destanlar olmuştur. Klasik Arap şiirinin pişdar isimlerinden olan Mütenebbî, pek çok edebi mahareti içerisinde savaşa ait unsurların tasvirlerdeki başarısı ile Arap şiir eleştirmenleri tarafından takdir edilmiştir. Şair çoğu kez övdüğü kimlerin savaşlardaki heybeti, atlarının ihtişamı, kılıç, mızrak ve ok gibi silah araçlarının öldürücülüğü vb. hususlarda tasvirlerde bulunmuştur. Şairin (...) hayal gücüne uyum sağlayan söz sanatlarındaki ustalığı da bir araya gelince, savaş filmi sahnelerini aratmayan olağanüstü şiirler ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada Mütenebbî’nin söz konusu şiirlerindeki tasvirleri başlıklar halinde incelenmiştir. Girişte şairin hayatı ve şairliği hakkında kısa bir tanıtım yapılmıştır. Sonrasında ise Onun şiirlerinden kılıç, mızrak, atlar, savaş meydanına gelen leşçillerin nasıl tasvir edildiğine dair ilgi çekici örnekler seçilmiş ve zaman zaman eleştiriye tabi tutulmuştur. Kısacası bu çalışmada Mütenebbî’nin şiirleri, savaş edebiyatı açısından Türk akademisine tanıtılmak istenilmiştir. Sonuç olarak konunun akademik bir tez düzeyinde araştırılması tavsiye edilmiştir. (shrink)
Osmanlı Devleti’nde Meşîhat bünyesinde yer alan Fetvâhâne kurumu yüzyıllar boyunca Hanefî mezhebini ve bu mezhebin de müftâ-bih olan görüşlerini merkeze alarak kendisine yöneltilen sorulara cevaplar vermiştir. Bu soru ve cevaplar da usûlüne uygun bir şekilde kayda geçirilmiştir. Bu çalışmada kurumun vermiş olduğu cevapları ihtiva eden defterlerden İstanbul Müftülüğü Meşîhat Arşivi’nde 378 numarayla kayıtlı olan Fetvâḫâne-i ʿÂlî Ecvibe-i Şerʿiyye Defteri esas alınarak Osmanlı’nın son dönemindeki fetvâ faaliyetinin kapsamı ve nüfuz alanına dair bir tasavvur oluşturulmaya çalışılmıştır. Buna göre Fetvâhâne devletin son on (...) üç yıllık zaman diliminde şahıslardan, devlet ve özel kurum müdürlerinden, cemiyetlerden, bakanlıklardan ve Sadâretten gelen sorulara muhatap olmuştur. Bu soruların bir kısmı Osmanlı sınırları içindeki vilâyetlerden ya da Osmanlı ile bir şekilde idârî bir bağı olan ülkelerden gelmekte iken bir kısmı da kaybedilen topraklardan ya da sadece hilâfet merkezinin resmî fetvâ organı olması hasebiyle diğer devletlerin Müslümanları tarafından Fetvâhâneye tevdî edilmekteydi. Defterde Osmanlı tebasından olup da başka memleketlerde ikâmet eden Müslümanlardan gelen soruların da kaydı bulunmaktadır. Konulara bakıldığında ise en çok vakıflar hakkında soru sorulduğu tespit edilmiştir. Bunun yanında Banka tesisi ya da bankaya para yatırarak faizini almanın cevâzı, yeni usul mekteplerin ihdâsı ve bu mekteplere kaynak oluşturmak için bulunan yolların mübah olup olmadığı, Latin harfleriyle tedrîsin mümkün olup olmadığı, hayat sigortasının hükmü, kolerayla mücadelede temizliğin önemi, camilerde ortaya çıkan bidʻatlerle mücâdele, mefkûdun karısının hâkim tarafından tefrik edilip edilemeyeceği gibi konulardan usûl-i muhâkemâta dâir imzâ-yı kazânın tetimme-i kazâdan sayılıp sayılamayacağı meselelerine kadar farklı konularda soruların Fetvâhâneye tevcîh edildiği görülmektedir. Defterde yer alan bazı fetva kayıtlarında da geçtiği üzere Osmanlı Devleti’nde fetvâ ve kazâda Hanefî mezhebinin en sahih ve tercih edilen görüşü ile karar vermek mecburidir. Yukarıda zikredilen son iki fetvâ sorusu bu yazıda ele alınan müftâ-bih görüşle amelden devlet başkanı iradesiyle vazgeçilmesinin örnekleri olarak ele alınmıştır. Müftâ-bih olanın dışında bir görüş ile ya da mezhep dışından bir görüş ile karar verebilmek ancak devlet başkanının irâdesiyle mümkündür. İlk örneğe göre başka devletlerin Müslüman tebasından olup ticâret vb. sebeplerle Osmanlı ülkesine gelip Müslüman kadınlarla evlenip sonra da onları terk edip gidenlerin arkada bıraktığı kadın ve çocuklar mağdur olmaktaydı. Bu durum savaşlara gidip de dönmeyen erkeklerin eşleri için de geçerliydi. Hanefî mezhebinin müftâ-bih görüşü olan mefkûdun doksan, yüz, yüz yirmi yaşına gelinceye kadar ya da yaşıtları vefat edinceye kadar beklenmesi gerektiği yönündeki hükümlerinin ortaya çıkardığı mahzurlar başka mezheplerden nâib tayin edilmek suretiyle çözülme yoluna gidilmişse de bu uygulamada da süreklilik sağlanamamış ya da diğer mezheplerden yetkin kişiler bulmak her zaman mümkün olmamıştır. Bu sebeple Şeyhülislâm Hayri Efendi zamanında bir değişiklik lâyihası hazırlatılarak sultanın irâdesine sunulmuştur. Devlet başkanının irâdesine başvurulan diğer konu olan imzâ-yı kazânın tetimme-i kazâdan sayılıp sayılamayacağı meselesinde ise defterde müftâ-bih görüşten vazgeçilmesinin aşamaları çok daha net bir şekilde takip edilebilmektedir. Devletin bilhassa uzak vilâyetlerinde kısâs davalarında hükmün infazından evvel hâkimin azli veya görev süresinin bitmesi durumunda mezhebin müftâ-bih olan ve istihsâna dayandırılan görüşüne göre kısâs davalarının en baştan görülmesi davaların kapanmasının uzun yıllar sürmesine sebep oluyordu. Gelen şikâyetlerin artması sebebiyle insanların maslahatına ve asrın gerekliliklerine en uygun olan görüş olması hasebiyle müftâ-bih olmamasına rağmen kıyas yoluyla ulaşılan hükmün hazırlanan muhâkeme usulüne dair lâyihaya eklenen bir maddeyle sultânın iradesine sunulduğu görülmektedir. Devlet başkanının onayından geçtiği zamandan itibaren geçerli olmak üzere artık yargılamanın tamamlanmış olması için hükmün infâz edilmiş olması şart olmaktan çıkarılmıştır. Bu meselelerdeki hüküm değişiklikleri de göstermektedir ki her ne kadar Hanefî mezhebinin müftâ-bih olan görüşüne riayet Osmanlı Devleti için önemliyse de -önceki şeyhülislamların maʻrûzât türündeki fetvâlarında olduğu üzere- müslümanların maslahatını gözetmek daha zarûrî görülmüş ve farklı görüşler de kanunlaştırılarak uygulamaya konulmuştur. (shrink)
This research examines the association between attitudes on cheating and cognitive moral development. In this research, we use Rest's (1979a) Defining Issues Test, the Attitudes on Honesty Scale (Authors) and Academic Integrity Index (Authors); the last two are adaptations of the DIT. A total of 220 students from three universities participated in the study (66 psychology majors and 154 business majors). The data indicate that 66.4 percent of the students reported that they cheated in high school, college, or both high (...) school and college. Psychology majors scored higher than business majors on both the Defining Issues Test (Rest, 1979a) and the Attitudes on Honesty Scale (AHS, Authors). Using factor analysis, we found significant associations between students' ratings of the importance considerations present in the three cheating scenarios and their estimates of whether cheating would occur (i.e., the Academic Integrity Index). Finally, using logistic regression, we found that the scores on the Attitudes on Honesty Scale and Academic Integrity Index associate with the self-reported cheating behavior of college students. (shrink)
The title of this presentation may suggest that the subject is homocystinuria. It is not. Rather, the subject is how our epistemology influences our concept of disease, which in turn determines our ability to help patients.
Duygular; insanın epistemik, etik ve estetik yönleriyle doğrudan ilişkili varoluşsal özniteliklerdir. İnsan anlam-lı, değerli ve güzel bir hayat kurarken akılla birlikte duygulardan motivasyon almaktadır. Duygular, çok fonk-siyonlu yapısıyla insanın niyet, tutum, tavır ve eylemlerini belirleme, harekete geçirme, yönlendirme, etkile-me, dönüştürme, frenleme ve bazen de manipüle etme araçlarıdır. Bu nedenle ahlak başta olmak üzere insan eylemlerini problem edinen her araştırma, duyguları ele almak durumun¬dadır. İnsanı tam anlamıyla tanıma-nın yolu, pratik yaşantısı içerisinde ortaya çıkan duygusallığını anlamaktan geçer. Dolayısıyla teorik olanın durağanlığı ile (...) hayatın akışkanlığı arasındaki uçurumda duygular, felsefi bir soruşturmanın konusu olmakta-dır. Duygunun dinamik yapısını ve sınır çizilemeyen doğasını dilin sınırları içerisinde ifade etmek kolay değildir. Bu-nunla birlikte insan için duygular, kendini, evreni, doğayı, maddeyi, bireyleri, toplumları, iyiyi, kötüyü, değerli olanı ve olmayanı anladığı, olgu ve olaylarla başa çıktığı, pratik hayatını yönettiği, karar verme süreçlerinde, niyetlerinde, yönelimlerinde ve seçimlerinde etkin, tüm bu süreçlere içkin, dinamik, fonksiyonel ve bilişsel öznitelikler olarak öne çıkmaktadır. İnsan, günlük yaşamı içinde çok çeşitli duygu durumlarını tecrübe etmek-tedir. Böylece o, tecrübe ettiği bu duygu durumları ile sürekli değişen ruh hallerine sahip olmaktadır. Bu tec-rübeler, dış etkenlere bağlı olabildiği gibi insanın içsel dinamiklerinin etkisiyle de ortaya çıkabil¬mektedir. Sosyal yaşantısı itibariyle insan, duygusal tepkiler veren ve duygusal etkiler alan dinamik bir ahlak yaşantısı-na sahiptir. Bu bağlamda duygular, insanın kendi benliği ile yaşadığı toplumun benliği arasında denge kurma-sını sağlamakta ve insanın temel yönelimlerini belirlemektedir. Duygular, insana eylem motivasyonu kazan-dıran, onun tasavvurlarına, geçmiş, şimdi ve gelecekle ilgili değerlendirmelerine yön veren, harekete geçirici yetilerdir. Pişmanlık, bizzat benliğe yönelen ve onun ahlâkîliğini içsel olarak düzenleyip inşa eden ahlâkî bir özdenetim duygusudur. Bu duygu gerek bireysel ve gerekse sosyal yaşamda insanı etkileyen doğasıyla özel-likle ahlâkî değer dünyasında merkezi bir rol oynamaktadır. Pişmanlık, en yalın haliyle insanın geçmişteki eylemine ya da eylemsizliğine dönük olumsuz yargısını içeren acı bir his biçiminde ortaya çıkmakta ve keşke ifadesiyle dile gelmektedir. Pişmanlık duygusu insanda içsel tesirlerin etkisiyle oluşmaktadır. Çoğu ahlak duygusu gibi pişmanlık da hem fenomenolojik bir duyuş hem de bilişsel bir yargı içermektedir. Psikolojik ve kavramsal açıdan karmaşık bir duygu olan pişmanlık; üzüntü, hayal kırıklığı, özlem, nostalji ve bazen bir şey-den pişmanlık duymamanın verdiği rahatlama gibi bir dizi duyguyu ortaya çıkarmaktadır. Pişmanlık aynı zamanda güçlü, motive edici bir üzüntü ve işlerin istendiği gibi gitmediğine dair tutkulu bir şikâyet olarak da kendini gösterebilmektedir. O, bugünümüzü ve geleceğimizi şekillendiren genellikle geçmişe dönük bir acı deneyimidir. Pişmanlık, genellikle kişinin yaptığı şeyi onaylamadığını, farklı şekilde olmasını arzuladığını, üzüldüğünü, utandığını veya suçlu olduğunu ifade eden ve farkındalıkla ortaya çıkan bir duygudur. Pişmanlık, insanı geçmişteki ve şimdiki hatalarından ders çıkarmaya ve gelecekteki davranışlarını düzeltmeye teşvik eden, insanın özdenetim yeteneğinin bir parçasıdır. Bu duygu, kişinin kendi eylemleriyle ilgili içsel muhasebe-sinin bir sonucu olarak ortaya çıkan düzeltici ve iyileştirici ahlaki bir özdenetim duygusudur. Pişmanlık, insa-nın ahlaki doğasının zorunlu bir sonucudur. Bu duygu onun seçim yapabilen bir varlık olmasından, yani ahlaki özgürlüğünden kaynaklanmaktadır. Pişmanlığın oluşabilmesi için ahlaki eylemin en az iki seçenek arasından yapılacak bir seçim sonucunda gerçekleşmiş olması gerekir. Bu nedenle, pişmanlığın ön koşulu özgürlüktür. Akıl ve duygunun düşüncelerimiz ve eylemlerimiz üzerindeki karşılıklı rolleri, özellikle pişmanlık olgusunda belirgindir. Dolayısıyla ister pratik ister teorik alanda olsun pişmanlık, sadece insanın duygusal yanıyla değil, bilişsel yanıyla da ilgili bir duygudur. Pişmanlığın, geçmişte yaşanmış veya bugün etkisi devam eden bir olgu üzerinde kişinin hatasını fark etmesiyle oluşan bir üzüntü hali olması, onun bir değerlendirme duygusu oldu-ğunu gösterir. Duyguların harekete geçirici yönü pişmanlıkta geriye doğru işlevsiz olacağından, bu teşvik edici yön gelecekte pişmanlık yaratan durumun tekrarını önleme yönünde kendini göstermektedir. Böylece geç-mişte yaşanan üzücü bir durum, olumsuzdan olumluya, yıkıcıdan yapıcıya doğru ahlaki bir evrime zemin hazırlayacaktır. Bu makalede duygu etiğinin ilkeleri, kavramsal ve kuramsal çerçevesi göz önünde bulundurulmak suretiyle pişmanlık duygusunun mahiyeti, değeri ve fonksiyonelliği felsefî açıdan analiz edilip yorumlanacaktır. Emotions are human attributes that are directly related to the epistemic, ethical, and aesthetic aspects of human beings. While man builds a meaningful, valuable, and beautiful life, gets motivation from emotions along with the mind. Emotions, with their multifunctional aspect, are means for determining, activating, directing, influencing, transforming, restraining, and sometimes manipulating human intentions, attitudes, and actions. For this reason, any research that treats human actions, especially morality, has to deal with emotions. The way to know the human being is to understand his emotions in his practical life. Therefore, in the gap between the stability of the theoretical and the dynamism of life, emotions become the subject of philosophical research. It is not easy to express the dynamic aspect and unbounded nature of emotion with-in the limits of language. However, for human beings, emotions are effective in their decision-making pro-cesses, intentions, orientations, and choices, in which they understand themselves, the universe, nature, matter, individuals, societies, goodness, evil, valuable and non-valued things, cope with facts and events, manage their practical life, stands out as dynamic, functional and cognitive attributes inherent in all these processes. Man experiences a wide variety of emotional states in his daily life. Thus, he has constantly changed moods with these emotional states he experiences. These experiences can be caused by external factors as well as by the influence of the internal dynamics of the human being. In terms of his social life, man has a dynamic moral life that gives emotional reactions and receives emotional effects. In this context, emotions enable man to establish a balance between himself and the self of the society in which he lives and determine his basic orientations. Emotions are motivating faculties that motivate a man to act and guide his imaginations, and evaluations of the past, present, and future. Regret is an emotion of moral self-control that addresses the self and internally organizes and constructs its morality. This emotion plays a central role, especially in the field of moral values, with its nature that affects man both in individual and social life. Re-gret, in its simplest form, appears in the form of a bitter feeling that includes the negative judgment of man's past action or inaction and is expressed with the expression of a wish. The emotion of regret is formed by the effect of internal influences in humans. Like most moral emotions, regret includes both a phenomenological sense and a cognitive judgment. Regret which is a psychologically and conceptually com-plex emotion, reveals a series of emotions such as sadness, disappointment, longing, nostalgia, and some-times the relief of not regretting something. Regret can also manifest itself as a strong, motivating sadness and a passionate complaint that things are not going as planned. It is an experience of pain, often retrospec-tive, that shapes our present and future. Regret is an emotion that arises with awareness, usually expressing disapproval of what the person did, wishing it to be different, upset, ashamed, or guilty. Regret is part of human self-control, which encourages man to learn from past and present mistakes and to correct future behavior. This emotion is a corrective and healing sense of moral self-control that arises as a result of one's internal accounting for one's actions. Regret is a necessary consequence of man's moral nature. This emo-tion stems from the fact that he is a being that can choose, that is, his moral freedom. For regret to occur, the moral action must have taken place as a result of a choice to be made among at least two alternatives. Therefore, the prerequisite for repentance is freedom. The reciprocal roles of reason and emotion on our thoughts and actions are particularly evident in the phenomenon of regret. For that reason, regret, whether in the practical or theoretical field, is an emotion related not only to the emotional side of human but also to the cognitive side. The fact that regret is a state of sadness that occurs when a person realizes his mistake on a phenomenon that has been experienced in the past or whose effect continues today, shows that it is an emotion of evaluation. Since the activating aspect of the emotions will be backward dysfunctional in regret, this incentive aspect manifests itself in the direction of preventing the repetition of the regretful situation in the future. Thus, a sad situation in the past will pave the way for a moral evolution from negative to posi-tive, from destructive to constructive. In this article, the nature, value, and functionality of the regret will be analyzed and interpreted from a philosophical point of view, taking into account the principles of emotion ethics, and its conceptual and theoretical framework. (shrink)
This article documents the main developments in the textual history of a short polemical treatise ascribed to Aḥmad Ibn Ḥanbal, al-Radd ʿalā al-zanādiqa wa-l-jahmiyya. In particular, I show that three different, if related, recensions of the text exist in manuscript. Then, drawing on evidence from the text and biobibliographical sources, I show that al-Radd only emerged over several centuries. The idea for the text finds its roots in the earlist elaborations of Hanbali theology, perhaps even in the notebooks of Ibn (...) Ḥanbal himself. The first recension of the text, however, only emerged after the mid-fourth/tenth century in Baghdad. Another recension appears at the beginning of the sixth/twelfth century, perhaps also in Baghdad. These recensions were combined to form a third recension no later than the eighth/fourteenth century, and it is the third recension that became the basis for most print editions of the work. (shrink)
Context Physicians are regularly confronted with research that is funded or presented by industry. Objective To assess whether physicians discount for conflicts of interest when weighing evidence for prescribing a new drug. Design and setting Participants were presented with an abstract from a single clinical trial finding positive results for a fictitious new drug. Physicians were randomly assigned one version of a hypothetical scenario, which varied on conflict of interest: ‘presenter conflict’, ‘researcher conflict’ and ‘no conflict’. Participants 515 randomly selected (...) Fellows in the American College of Obstetricians and Gynecologists' Collaborative Ambulatory Research Network; 253 surveys (49%) were returned. Main object measures The self-reported likelihood that physicians would prescribe the new drug as a first-line therapy. Results Physicians do not significantly discount for conflicts of interest in their self-reported likelihood of prescribing the new drug after reading the single abstract and scenario. However, when asked explicitly to compare conflict and no conflict, 69% report that they would discount for researcher conflict and 57% report that they would discount for presenter conflict. When asked to guess how favourable the results of this study were towards the new drug, compared with the other trials published so far, their perceptions were not significantly influenced by conflict of interest information. Conclusion While physicians believe that they should discount the value of information from conflicted sources, they did not do so in the absence of a direct comparison between two studies. This brings into question the effectiveness of merely disclosing the funding sources of published studies. (shrink)
L. Albertazzi, G. J. van Tonder, and D. Vishwanath (eds): Perception Beyond Inference: The Information Content of Visual Processes Content Type Journal Article Pages 53-55 DOI 10.1007/s11023-011-9253-z Authors Lorenzo Magnani, Department of Philosophy and Computational Philosophy Laboratory, University of Pavia, Pavia, Italy Journal Minds and Machines Online ISSN 1572-8641 Print ISSN 0924-6495 Journal Volume Volume 22 Journal Issue Volume 22, Number 1.